EYLUL2021 Reşat Yörük
Bahşiş atın dişine bakılmazmış
Bahşiş atın dişine bakılmazmış Sanıyorum 10 yıl kadar önceydi. Yok yok! Şimdi hatırlıyorum da, tam 15 yıl olmuş. Mehmet Ali Erbil’in bir TV programında konuğunun pantolonunu indirdip kanaldan kovulduğu, gözde bir mankenimizin kepçe kulaklarını japon yapıştırıcı ile başına tutturup sonra hastanede açtırdığı yıldı. Yani 2006… Karşı komşumuz emekli bankacı Rıfkı abi ile eşi Sıdıka ablanın, her sabah erken saatte evlerinden çıkıp akşam üzeri sonra geri döndüklerini farkettiğimizde, bu rutinin bir haftadır devam ettiğini öğrenip çok şaşırmış ve bir o kadar da meraklanmıştık. Meğer masaj yataklarına gidiyorlarmış. Hatırlarsınız belki; o dönemde böyle bir furya vardı. Sadece İzmir’de değil, Türkiye’nin pek çok yerinde… Uzakdoğu’dan getirdikleri “akapunktur masaj yataklarını” deneme amacıyla ücretsiz kullandıran firmaların önü, Susuz Dede’nin cuma namazı öncesindeki halinden çok daha kalabalık oluyordu. Ve biz, sevgili komşularımızı tesadüfen o kuyruklardan birinde görünceye kadar olayın büyüklüğünü anlayabilmiş değildik. Biraz inceleyince anladık ki, büyük olduğu kadar komikti de… Her şey, Zihni Sinir projelerde sınır tanımayan “uyanık” bir müteşebbisimizin İstanbul’da açtığı showroom ile başlamıştı. Sattığı akapunktur masaj yatakları için “önce dene, sonra al” sloganıyla yola çıkan (muhtemelen Kayserili) işadamı, kısa süre içinde kapıda kuyruk oluştuğunu görünce yandaki mağazayı da kiralamış ve yatak sayısını artırıp işi acayip büyütmüştü. Allah da “yürü ya kulum” dedi sonrasında… Masaj yataklarındaki bu büyük potansiyel, diğer illerdeki girişimcileri de harekete geçirdi tabii… Sistem kısa sürede Türkiye’ye yayıldı. Herkes kendine göre bir ilave yapmıştı modele. Sonunda olay “Titan saadet zinciri” gibi bir şeye dönüştü. Şöyle anlatayım: Genelde yaşları 55 ile 80 arasında değişen; romatizmal hastalıklarından, sırt ve eklem ağrılarından muzdarip insanlarımız, satış mağazalarına gidip içinde “yeşim taşı” olduğu söylenen bu termal yatakları ortalama 40 dakika “ücretsiz” deneyebiliyor. Ama bu o kadar da kolay değil! Çünkü uzun yıllar kahve muhabbetlerini “avanta mezar olsa gireceksin bilader” sözleriyle süslemiş yüzlerce meraklı adam ve karısı var sırada… Sabah namazıyla kuyruğa giriyorlar. Hava sıcakmış-soğukmuş, hiç önemli değil! Herkes tam konsantrasyon içinde. Kapıdan girip sihirli yataklardan birine uzanacakları o muhteşem 40 dakikanın hayaliyle yanıp tutuşuyor hepsi de... Mağaza önündeki gerginlik, sıra kavgası ve itişip didişme, içeri adım atıldığı andan itibaren bitiyor. Sanki bambaşka bir dünyaya girmiş gibi oluyorsunuz. Bir kere, müşteri değil misafirsiniz artık. Ortalama 40-50 yatak var neredeyse… Sizi kapıda karşılayan görevliler (aslında hepsi de iyi birer pazarlamacı), onlardan birinin boşalmak üzere olduğunu söyleyip özel bir alana alıyor sizi ve başlıyor anlatmaya; yatağı kullanıp da mucizevi şekilde ayağa kalkan felçli hastaları, bel fıtığı ameliyatından bu yataklar sayesinde kurtulanları… Neredeyse ölüm hariç her derde deva buluyor meret! Bu arada firmanın tanıtım videosu tam karşınızda. Siz de bunları görüp dinlerken bol bol hayır dua ediyorsunuz; hem bu yatağı icat edenlere hem de ayaklarına kadar getirenlere… Sıranız geldiğinde, yanınızda getirdiğiniz çarşafı çıkarıp sanki Kabe’nin örtüsünü değiştiriyormuşçasına “besmele” çekerek özenle seriyorsunuz o mübarek yatağın üzerine. İşte dün akşamdan beri hayalini kurduğunuz an başlıyor. Yatağın içinde “kızıl ötesi ışınlarla ısıtılmış” yeşim taşları, omurganız boyunca bir aşağı bir yukarı dolaşarak sıcaklıkla birlikte rahatlatıyor sizi. Ense kökünüzden belinize kadar… Kış mevsimindeyseniz ne ala! Ama aylardan temmuz ya da ağustossa, yatağın verdiği sıcaklık iki katına çıkıyor. Ama olsun varsın! Bahşiş atın dişine mi bakılırmış? Masaj sırasında yanınıza gelen görevliler sohbeti sürdürüyor bu arada. Tıpkı bilinçaltınıza giren psikologlar gibi… Ağzına tat bulaşanın gözü pekmez tulumunda olurmuş. 40 dakikalık bu “bedava keyfin” tadını alınca, her gün gelmek istiyorsunuz. Tıpkı bizim komşular gibi… Sonra mı? 6 ay kadar sonra Rıfkı abi ile Sıdıka ablayı ziyarete gittik. Apartmanda olup bitenlerden konuştuk bir süre. 6 numaradaki genç tiyatrocu Ayşen’in 55 yaşındaki sevgilisinden, 32 numaradaki çiftin karşı sokaktan bile duyulan kavgalarından, kapıcı Hulusi’nin doğacak 5. çocuğundan falan… Sonra lafı dönüp dolaştırıp masaj yataklarına getirdim. Sanki biraz sıkıldı Rıfkı abi… Kabahat işlemiş ilkokul öğrencileri gibi hafiften kızardı da… Kısa bir sessizlikten sonra ayağa kalktı. - Gel sana bir şey göstereceğim. - Hayırdır abi? - Gel sen gel! Ivır zıvır malzemelerle doldurdukları odanın kapısı aralayıp ışığı açtı. “İşte” dedi. Bizim meşhur masaj yatağı… Üzerine bir örtü serilmiş, öylece yatıyor. Üstünde de koliler… Meğer bedava seanslar için gittikleri mağaza, bilinçaltı seansları sayesinde 15. gün dolmadan satmış yataklardan birini onlara… Hem de 6 bin liraya… (O tarihte 1 Dolar = 1.34 TL) Ve üzerine yatabilmek için sabahın köründe yollara düşüp uzun kuyruklar bekledikleri akapunkturlu masaj yatağı, satın alındıktan sonra tüm sihirini kaybetmiş. Bir iki deneyip kaldırmışlar bir kenara… Bu yatakların Uzakdoğu’dan kaç paraya getirildiğini duyunca da, sinirlerinden o örtüyü hiç açmamışlar. Ne diyelim? Yine de şifa olsun!